Odamız, Kamusal Varlıkların ve Hizmetlerin Özelleştirmesine Karşıdır.
Kamu Elektrik Dağıtım Hizmeti ve Bu Hizmeti Veren Kamu Kuruluşlarının Özelleştirilmesi, Kamusal Olanakların Özel Tekellere Altın Tepsi İçinde Sunulmasıdır.
Elektrik Üretim ve Dağıtımında, Kâr ve Kazanç Garantisi Tanınan Özel Tekellerin Egemen Olmasıyla, Elektrik Fiyatları Hızla Yükselecek ve Halkın Yaşamı Güçleşecektir.
24 Ocak ekonomi kararlarının öngördüğü serbestleştirmeci neo liberal politikalar uyarınca ülke sosyo-ekonomik yapısı Dünya Bankası, IMF, OECD, AB vb. uluslararası kuruluşları ve yerli sermaye kesimlerinin istemleri doğrultusunda yeniden düzenlenmiş, kamunun elindeki sanayi kuruluşları hızla özelleştirilmiş, sanayi fason ve taşeron üretim yapısına dönüştürülmüş, eğitim, sağlık, enerji, ulaşım, gibi temel kamusal hizmetler merkezi yönetimden yerel yönetimlere dek uzanır bir şekilde sermayenin etkinliğine açılmıştır.
Sekiz yıldır iş başında olan iktidar, enerji ile ilgili yayınlamış olduğu belgelerde elektrik dağıtımın tamamının özelleştirileceğini, kamusal elektrik üretim tesislerinin de özel sektöre satılacağını açık bir şekilde ifade etmiştir.
Odamız, enerjiden yararlanmanın çağdaş bir insan hakkı olduğu gerçeğinden hareketle, enerjinin tüm tüketicilere yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve sürdürülebilir bir şekilde sunulmasının, temel bir enerji politikası olması gerektiğini savunmaktadır.
Odamız temel belgelerinde, “Enerji üretiminde ağırlık; yerli, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına verilmelidir. Enerji planlamaları, ulusal ve kamusal çıkarların korunmasını ve toplumsal yararın arttırılmasını, yurttaşların ucuz, sürekli ve güvenilir enerjiye kolaylıkla erişebilmesini hedeflemelidir” temel perspektifi defalarca belirtilmiştir.
Odamız, Türkiye‘nin bir enerji envanterinin çıkarılması gereğini vurgulamaktadır. Kamusal planlamayı, kamusal üretimi ve yerli kaynak kullanımına ağırlık vermeyi kabul etmeyen özelleştirme politikalarının reddedilmesini, kamunun elinin kolunun bağlanmaması ve kamu eliyle yatırımlar yapılabilmesi zorunluluğunu dile getirmektedir.
Elektrik enerjisi faaliyetlerinin kamu hizmeti olduğu gerçeği kabul edilmeli ve yasalarda yapılacak düzenlemelerle bu husus tartışmasız bir şekilde belirtilmelidir.
Enerjide ulusal planlama, kamusal yönetim, kamusal üretim ve kamusal denetim esas alınmalıdır.
Odamız kamusal elektrik üretim ve dağıtım tesislerinin özelleştirilmesine bu nedenler bütünlüğü içinde karşı çıkmaktadır.
Bu genel değerlendirmelerden sonra, elektrik dağıtım kuruluşlarının özelleştirilmesine yönelik somut itirazlarımızı aşağıdaki başlıklar altında açarak somutlayacağız.
1. Devir Alan Özel Şirketlere Kamu Elektrik Şirketlerinin Envanteri ve Tahsili Mümkün Alacakları da Devir Ediliyor
Kamu elektrik dağıtım ihalelerinde hep bir sorun olan açıklık sağlanmayarak özelleştirilen kuruluşun devrinde şirketin envanterinde bulunan malların doğru değerlendirmesi yapılmamaktadır. Ayrıca, özelleştirme öncesinde çaba harcanarak tahsil edilebilecek alacakların tahsili için çaba harcanmamakta, bu alacaklar, devir alan şirkete armağan edilmektedir. Öyle ki, 13.8.2010 tarihli Dünya Gazetesinde yer alan bir haberde, Boğaziçi ve Gediz Dağıtım Bölgeleri ihalelerine en yüksek teklifi veren MMEKA‘nın Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kazancı, bu şirketlerin tahsilatı yapılmamış faturalardan 1 milyar dolara yakın alacağı olduğunu kendilerinin ve tüm teklifçi firmaların bildiğini öne sürmektedir. Bu noktada soru şudur: Bu alacaklar neden tahsil edilmemektedir? Alacakların özelleştirme öncesi tahsil edilmemesi, devir bedellerinin ödenmesi için kullanılmak üzere sıfır faizli bedava bir kaynak olarak kamu kesesinden özel şirketlere sunumu değil midir? Bu uygulama, serbestleştirme, özelleştirme yönündeki ihalelerin kamu kaynaklarının talanında oynadığı role dair önemli bir gösterge olmaktadır.
2. İhale Bedelleri ve Devir Edilen Alacaklar Kamu Yararına Aykırılık Oluşturuyor
2008 yılı tüketim miktarları dikkate alındığında, ortalama 20 kuruşluk enerji birim satış fiyatı üzerinden hesaplama yapıldığında, örneğin Fırat Elektrik Dağıtım Şirketinin yıllık enerji satış cirosunun 429.049.000 TL seviyelerinde olduğu tespit edilmektedir. İhalede oluşan en yüksek teklif fiyatı ise 258 milyon dolar olup, ihale tarihindeki kur üzerinden TL‘ye çevrildiğinde, 355.442.000 TL olarak hesaplanan bu bedel, Fırat EDAŞ‘ın yıllık enerji satış cirosunun dahi çok altında oluşmuştur. Kaldı ki enerji satışının dışında, şirketin başkaca gelir kalemleri de bulunmaktadır ve ciro değeri bu miktarın üzerindedir. Diğer yandan, dağıtım şirketleri mevcut alacaklarıyla birlikte devredilmektedir. Bu şirketlerin ne boyutta alacağı bulunduğu kamuoyu tarafından tam bilinememekte ve kimi dağıtım şirketlerinin özelleştirme ihalelerinde oluşan bedelin, şirketin alacaklarından da düşük kaldığı söylenmektedir. Gerek şirketin ciro büyüklüğü, gerekse alacaklarıyla birlikte özelleştirilmesi ve son derece düşük kalan teklif bedeliyle ihalenin sonuçlandırılması kamu yararına aykırılık taşımaktadır.
3. Devralacak Özel Şirketlerin Yapacağı Yatırımlar Daha Şimdiden Tarifelere Yansıtılarak Ekstra Kazanç ve Kâr Garantisi Sağlanmaktadır
Özelleştirme sonrası dağıtım şebekelerinde yapılacak olan muhtemel yatırımların bedeli, EPDK‘nın onayladığı tarifelere şimdiden yansıtılmıştır. Şirketlerin, gerek Dünya Bankası‘nca verilen kredilerle, gerekse kendi sağlayacakları kredi ve sermaye ile yapacakları varsayılan yatırımlar, şimdiden enerjiyi kullanan toplumun ödediği/ödeyeceği tarifelerin içerisine eklenmiştir.
Dağıtım özelleştirmesine ilişkin danışman Lazard firması tarafından hazırlanan bilgi dokümanında, “Özelleştirmenin öncelikli amaçlarından biri de dağıtım sistem ve şebekesi üzerinde gerçekleştirilmesi gereken yatırımların özel sektör tarafından karşılanması ve bu sayede devlet bütçesi üzerindeki yükün azaltılmasıdır” denilmektedir. Yatırım finansmanının tarifeler yoluyla tüketicilerden karşılanacağı açık olduğuna göre, dağıtım hizmetinin özel sektöre bırakılmasıyla devletin sırtından hangi yük kaldırılmaktadır? Şirketler adına tüketicilerden tahsil edilebilen yatırım giderleri devlet adına tüketicilerden tahsil edilememekte midir? Bu yönüyle de yapılan özelleştirme işlemlerinin, amaç yönünden hukuka ve kamu yararına aykırılık taşıdığı kuşkusuzdur.
Kaldı ki şirketler tarafından yapılması sürecinde muhtemel yatırımların nasıl denetleneceğine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Dikkat edilirse yatırımların hiç ya da gereği gibi yapılmaması durumunda bile, önceden belirlenmiş tarifeler yoluyla, yapılmayan yatırımın bedeli vatandaştan tahsil edilmiş olacaktır. Bu duruma karşı kamu ve toplum yararı gereği sözleşmenin feshedilmesine kadar varan cezai düzenleme güvencesi oluşturulmamıştır.
4. Kamunun Kendi İçinde Yaptığı İhale Devir Bedelleri de Şimdiden Topluma Fatura Edilmiştir
Özelleştirmelerin gerçekleştirilmesi için izlenen yolda, TEDAŞ‘a ait dağıtım şebekelerinin işletme hakkı devirleri (İHD), hisseleri satılacak olan bölge şirketlerine devredilmiştir. Bu devir önemli bir bedel karşılığında yapılmış ve İHD bedeli de EPDK tarafından onaylanan tarifelere eklenmiştir. Kısaca, ‘ucuzluk‘ sağlayacağı iddia edilen özelleştirmelerin yalnızca gerçekleştirilebilmesi için yapılan işlemlerin dahi, topluma ilave yükler getirecektir. Önemle belirtmek isteriz; daha şimdiden, önümüzdeki dönemin elektrik tarifelerinde İHD bedeli eklenmesi nedeniyle fiyat artışları söz konusudur.
5. Dağıtım Şirketlerini Alan/Alacak Şirketler Lehine Olan ‘Gelir Tavanı‘ Uygulaması ile Elektriğe Sürekli Zam Öngörülüyor
Tarifelerle ilgili bir diğer fiyat artırıcı durum da, gelir tavanı uygulamasıdır. Dağıtım bölgelerinde gerçekleşecek olan tüketim miktarından bağımsız olarak dağıtım şirketine belirli bir gelir garantisi verilmektedir. 01.09.2006 tarih ve 26276 mükerrer sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan 24.08.2006 tarih ve 875 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu Kararı‘nın ” 20 Dağıtım Şirketi İçin Gelir Gereksinimi Hesaplanması ve Tarife Metodolojisi” başlıklı ekinde, şirketlere garanti edilen gelir tavanı için 3 temel bileşen belirlenmiştir. İşletme giderleri bileşeni, yatırım bileşeni ve işletme hakkı devir bedeli bileşeninden oluşan gelir tavanı, tüketicilerin elektrik kullanımından bağımsız olarak düzenlenmiştir. Buna karşın şirketin tüketimdeki olası bir düşme nedeniyle gelir tavanını sağlayamaması durumunda, bu garanti edilen tutarı gelecek yıldaki tarife artışıyla elde etmesi öngörülmektedir. Bu husus, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı için Lazard tarafından hazırlanan Bilgi Dokümanında açıkça belirtilmiştir: “dağıtım şirketinin tüketimdeki olası azalmadan dolayı gelir tavanında öngörülenden daha düşük bir gelir elde etmesi durumunda ortaya çıkan gelir eksikliği bir sonraki dönemde uygulanacak olan son kullanıcı tarifelerinin EPDK denetimi altında düzeltilmesiyle giderilmiş olacaktır”. Belirli miktarda enerji satışını garanti etme anlamına gelen bu uygulamada, garanti edilen miktarda enerjinin satılamaması halinde, satılamayan enerjiden elde edilecek olan gelirin, bir sonraki yılın tarifelerine yansıtılması söz konusu olacaktır. Elektrik üretimi alanında devletin alım garantili Yap-İşlet-Devret (YİD) ve Yap-İşlet (Yİ) sözleşmelerine, bu kez dağıtım alanında “vatandaşın alım garantisi” eklenmektedir. Enerji kullanıcıları, şirketin gelir tavanını garanti edecek miktarda elektrik tüketecek, tüketmemesi halinde, bir sonraki yıl bu tüketmediği enerji üzerinden, garanti edilen gelir tavanını ödeyecektir. Bu özel sektör lehine sürekli azami kâr temelinde yüksek kazanç garantisi verilmesi, ücretli, dar gelirli ve yoksul halk için sürekli zam ve sömürü anlamına gelmektedir.
Dağıtım hizmetini verecek olan özel şirkete gelir tavanı garantisi getirilmesi, ekonomideki bir kriz nedeniyle olası tüketim azalmasına karşı şirketleri korumakta, kamu ve toplum yararı ile Anayasa‘nın eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
6. ‘Enflasyon Düzeltmesi‘ Faktörü Ek Bir İstismar Unsurudur
EPDK tarafından onaylanan geçiş dönemi gelir tavanlarına, yine EPDK tarafından belirlenecek olan Enerji Piyasası Endeksi bazında enflasyon düzeltmesi de yapılacaktır. Böylece, şirketler her durumda belirli ve azami bir geliri mutlaka elde etmiş olacaklardır. Bu noktada görülmesi gereken dolaylı bir gerçek söz konusudur: Elektrik özelleştirmelerinin yol açtığı fiyat artışlarının (ki yalnızca 2007‘den bu yana yüzde 72,3 oranındadır) neden olacağı diğer mal ve hizmetlerdeki fiyat artışlarının enflasyon üzerindeki dolaylı etkilerinin yine şirketler lehine bir gelir kalemine dönüşmesi söz konusudur. Enflasyonda dolaylı bir etken olan elektrik fiyatlarına yapılan zamların etkisi üzerinden yine bir gelir yaratılması, hep vurguladığımız kamu ve toplum yararına aykırılığın bir başka örneği olmaktadır.
7. Elektrik Kayıp-Kaçaklarının Önlenmesi de Ekstra Bir Gelir Kaynağına Dönüşüyor
Kayıp-kaçak oranlarında öngörülen ve onaylanan hedeflerden daha fazla düşüş sağlanması durumunda ise şirketler tarife sisteminde yer almayan, yine fazladan bir kâra sahip olacaklardır. Yani şirkete garanti edilen gelir tavanının üzerinde bir kâr elde etme olanağı sağlanmaktadır. Kayıp-kaçakların azaltılmasına yönelik yatırım ve işletme giderlerini tarifeye yansıtarak tüketicilerden tahsil eden şirketlerin, dikkat edelim, bu yatırımlar ve işletme giderleri karşılığında elde ettikleri fazladan kârı tarifelerin düşürülmesi yöntemiyle tüketicilere yansıtması ise öngörülmemektedir.
8. Dağıtım Şirketleri Elektriği Daha Ucuza Elde Ettiklerinde Tüketici Tarifelerinde Ucuzlama Olmayacak
Elektrik dağıtım özelleştirmeleriyle, dağıtım şirketlerinin, elektrik üreticilerinin fiyatlara zam yapmaları durumunda bu zammı doğrudan dağıtım ve perakende satış fiyatları aracılığıyla tüketicilere yansıtmaları kurala bağlanmaktadır. Ancak aynı dağıtım şirketleri öngörülenden daha ucuza elektrik satın alma olanağı elde ettikleri zaman sağlayacakları fazladan kârı tarifeleri düşürmek yoluyla tüketicilerle paylaşmaları söz konusu değildir. Bu durum “nimet-külfet” ilişkisinde sürekli olarak elektrik kullanıcılarının aleyhine bir dengesizlik yaratacaktır.
Diğer yandan, şirketler için tarifelerin dışında başkaca gelir kalemleri de bulunmaktadır. Dağıtım şebekesine ilk bağlantı kurulumu ücreti ve kesinti veya yeniden bağlanma gerektiğinde alınan kesme/bağlanma bedeli gibi gelirler, tarifelerle elde edilecek gelirlerin dışında, şirketler için ayrı bir kâr unsuru oluşturmaktadır.
Buraya kadar anlatılan gelir sistemi, şirketleri yatırıma özendirmekten bir hayli uzaktır. Şirketler, belirli bir geliri elde etmek için doğru ve yerinde yatırımlar yapmak, işletme verimliliğini artırmak gibi yönelimlere gereksinim duymayacaklardır. Bu mantalite içinde, elektriğin kesintisiz ve kaliteli sunumu için gerekli altyapı ve iyileştirme yatırımlarının yeterince yapılmaması halinde, gerilim veya frekans düşmesi, hatta uzun süreli elektrik kesintilerin yaşanılması kaçınılmaz olacaktır. Dünyada modern elektrik dağıtım işletmeciliğinde ulaşılan teknoloji, sistemde meydana gelen arızaların anında tespit edilerek giderilmesini sağlayan bilgisayarlı izleme ve kontrol sistemlerini (SCADA) içermektedir. Bu tür altyapı yatırımları öngörülmeden, yalnızca kayıp/kaçak oranlarının indirilmesine endeksli yapıda, özel şirketlerin kolaycı başka yol ve yöntemlere başvurmalarının önü açılacaktır. Mevcut elektrik enerjisi mevzuatı ve özelleştirme uygulamaları, ancak şirketlerin para tahsilatında bir hızlanma yaratacağı, yatırımların ise gerektiği ölçüde yapılmayacağını açık bir şekilde göstermektedir. Daha önce AKTAŞ örneğinde yaşandığı gibi, çeşitli muhasebe ve fatura oyunları ile özellikle kaçak elektrik miktarının düşük düzeylere kadar indirilmesinin ileri sürülebilmesi ile yetinilebilecektir.
Bütün bunların yanı sıra, ihalelerde ortaya çıkan İşletme Hakkı Devir Bedellerinin ödenebilmesi için, bu yılın sonundan itibaren, halen yüzde 2,33 oranında olan kâr marjının artırılması için EPDK‘nın firmalar tarafından zorlanacağı da açıktır.
Bu bağlamda;
Dağıtım sisteminin özelleştirilmesi sonrasında, hizmet kalitesinin yükseltilmesini amaçlayan yatırım ve iyileştirmelerin yeterince sıkı kurallar içeren belirli bir çerçeveye oturtulmamış ve keyfiyete bırakılmış olması,
Şirketler tarafından yapılması muhtemel yatırımların daha şimdiden tarifeye yansıtılmış olması,
Kayıp-kaçaklardaki azalmanın hangi oranda ve nasıl bir yöntemle gerçekleşeceğine ilişkin ayrıntılı iş planlarının şirketlere yükümlülük olarak getirilmemiş olması,
İHD bedeli gibi özelleştirmenin kendisinden kaynaklanan maliyetlerin tarifelere yansıtılarak elektrik fiyatlarını arttıracak olması,
yapılan özelleştirme ihalelerinin kamu yararına aykırı olduğunu ortaya koymaktadır.
9. İhalelerde Yabancılara Yönelik Kısıtlama Bulunmaması Anayasa‘ya Aykırıdır
4628 sayılı Kanun‘un Özelleştirme başlıklı 14. maddesinin üçüncü fıkrasında,
” Bu özelleştirme uygulamaları çerçevesinde, bu Kanunda belirtilen piyasa faaliyetlerinde yer alan gerçek ve tüzel kişilerden, yabancı gerçek ve tüzel kişiler elektrik üretim, iletim ve dağıtım sektörlerinde, sektörel bazda kontrol oluşturacak şekilde pay sahibi olamazlar”
hükmü yer almaktadır.
Anayasa Mahkemesi‘nin birçok kararında, elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı gibi stratejik öneme sahip kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinde, yabancılara yönelik kimi önlemlerin alınması gerektiği vurgulanmaktadır. Anayasa Mahkemesi‘nin 1994/49 E. 1994/45-2 K ve 7.7.1994 tarihli kararında, “Telekomünikasyon, elektrik üretim, iletim ve dağıtım gibi stratejik önemi olan alanlara yabancıların girmesinin ötesinde, egemen olması, güvenlik, bağımsızlık ve ekonomik yönlerden çok sakıncalı olabilir. Çünkü, bu tür kamu hizmetleri ülke güvenliği ile çok yakından ilgilidir” denilmektedir.
4628 sayılı Kanun‘un 14. maddesinin üçüncü fıkrası ise, Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtilen, yabancılaşma tehlikesini bertaraf etmeye yönelik bir düzenlemedir. Ancak, maddenin düzenlenme şekli ve ifadelerin açık olmaması, bu amacın gerçekleşmesinin uygulamayla sağlanmasını gerektirmektedir. Bu durumda, elektrik dağıtım özelleştirilmeleri yapılırken, yabancıların kontrol oluşturmasına yönelik her türlü önlemin alınması gerekmektedir. Bu önlem, hangi düzeyde ve nasıl alınacaktır? Mevcut ihale ilan ve işlemlerinde bu konuda düzenleyici ve önleyici kurallara yer verilmemiştir.
Yabancılara yönelik kısıtlamaların, dağıtım özelleştirmeleri açısından, her bir dağıtım bölgesi için ayrı ayrı gözetilmesi gerekmektedir. Nitekim her bir dağıtım bölgesi faaliyeti ayrı bir tekel oluşturacak şekilde ayrıştırılmıştır. İhaleyi kazanan şirket, bölge sınırları içerisinde münhasıran dağıtım yetkisine sahip olacaktır. Dağıtım şirketlerinin bu konumu, Rekabet Kurumu 1. Daire Görüşü‘nde dağıtım faaliyetinin doğal tekel olduğu şeklinde sık sık vurgulanırken, “İlgili Ürün Pazarı” başlığı altında şu görüşlere yer verilmektedir:
“Dağıtım faaliyeti, alçak gerilimli elektrik taşıyan kablolardan oluşan yeni bir dağıtım şebekesinin kurulmasına ilişkin zorluklar ve yüksek yatırım maliyetleri sebebiyle doğal tekel niteliği taşımakta olup; her bir bölgedeki dağıtım şirketi tarafından münhasıran yerine getirilmektedir. Bu bakımdan elektrik pazarının dağıtım seviyesinin pazarın diğer seviyelerinden farklı bir ürün pazarı olarak tanımlanması gerekmektedir.”
“İlgili Coğrafi Pazar” başlığı altında da, “elektrik dağıtım hizmetleri açısından her bir dağıtım bölgesinin ayrı bir ilgili coğrafi Pazar oluşturduğu sonucuna varılmıştır” denilmektedir.
Sonuçta ülke genelindeki elektrik dağıtım faaliyeti, birbirinden bağımsız 21 tekel tarafından yürütülecektir. Bu durumda, 4628 sayılı Kanun‘un 14. maddesinde belirtilen yabancılarla ilgili sınırlamanın, her bir dağıtım bölgesi için ayrı ayrı göz önüne alınması gerekmektedir. Dolayısıyla ihaleye çıkılırken, bu koşullara uygun kriterlerin belirlenmesi ve ihale ilanında, teklif verecek katılımcıların bünyesinde yabancıların kontrol oluşturamayacaklarına ilişkin kurallar açıkça yer almalıdır.
Özetle ihale ilanlarında yabancıların kontrolüne yönelik kurallara yer verilmemiş olması, Anayasa‘ya ve 4628 sayılı Kanun‘un 14. maddesinin üçüncü fıkrasına açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
10. Dağıtım Şirketlerinin Dağıtım Yanı Sıra Üretim Alanına da Girmesine İzin Verilerek Dikey ve Yatay Bütünleşme ile Tekelleşmeye Olanak Tanınması Anayasa‘ya Aykırıdır
Dağıtım bölgelerinin özelleştirilmesine yönelik ihaleler, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hükümlerine uygun bir elektrik dağıtım piyasası oluşturma amacıyla yapılmaktadır. 4046 sayılı Kanun, yalnızca satış işleminin usul ve kurallarını belirleyen bir araç Kanun‘dur. Dolayısıyla, yapılan özelleştirme, 4628 sayılı Kanun‘la belirlenen kurallara uygun şekilde gerçekleştirilecek olup, satış sonrasında da, yalnızca bu Kanun hükümlerine göre faaliyet yürütülecektir.
Özelleştirme işlemlerinin şartlarını belirleyen 4628 sayılı Kanun‘un ihale işlemlerinde uygulanacak kimi hükümleri, kanımızca Anayasa‘ya aykırılık taşımaktadır.
4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu‘nun 3. maddesinin (c) bendinin (3) numaralı alt bendinin ikinci ve üçüncü paragraflarında, 5398 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucunda, tekel konumunda bulunan dağıtım şirketlerine, üretim şirketi kurma ve bu şirketten alacağı elektrik miktarı konularındaki sınırlama ortadan kaldırılmıştır. Maddenin eski hali aşağıdaki gibidir:
“Özel sektör dağıtım şirketleri, dağıtım ve perakende satış faaliyeti dışında, lisanslarında belirtilen bölgelerde üretim lisansı almak kaydıyla ve yıllık elektrik enerjisi üretimi bir önceki yılda bölgelerinde tüketime sunulan yıllık toplam elektrik enerjisi miktarının yüzde yirmisinden fazla olmamak üzere üretim tesisi kurabilir.
Dağıtım şirketleri sahibi olduğu veya iştirak ilişkisinde bulunduğu üretim şirketi veya şirketlerinden, bölgelerinde bir önceki yılda dağıtımını yaptıkları yıllık toplam miktarın yüzde yirmisinden fazla elektrik enerjisi satın alamaz.”
Maddenin değişiklikten sonraki yürürlükte olan şekli ise şöyledir:
“Özel sektör dağıtım şirketleri, dağıtım veya perakende satış faaliyeti dışında, üretim lisansı almak ve hesapları ayrı tutulmak kaydıyla üretim tesisi kurabilir ve sahibi olduğu veya iştirak ilişkisinde bulunduğu üretim şirketi veya şirketlerinden ülke ortalama elektrik toptan satış fiyatını geçmeyecek fiyattan elektrik enerjisi satın alabilir.
Bölgelerinde, mevcut sözleşmeleri kapsamında işletme hakkı devri yoluyla dağıtım hizmeti yapma hakkı elde etmiş özel sektör dağıtım şirketleri bu Kanunda belirlenmiş ve dağıtım şirketlerinin tabi olduğu serbest rekabet koşullarını sağlayacak şekilde sözleşmelerini tadil edip, yeni düzenlemelere geçmedikleri sürece, üretim lisansı alarak üretim tesisi kurma hakkından yararlanamaz ve üretim faaliyetiyle iştigal eden tüzel kişilerle kontrol oluşturup oluşturmadığına bakılmaksızın iştirak ilişkisine giremez.”
Eski düzenlemede, dağıtım şirketlerinin dikey bütünleşme içerisine girmesine sınırlama getirilmekte, ancak bir önceki yıl dağıtımını yaptığı bölgede tüketime sunulan elektrik miktarının % 20‘si oranında elektrik üretebilme ve sahibi olduğu veya iştirak ilişkisinde bulunduğu üretim şirketlerinden ancak aynı oranda elektrik alabilme hakkı tanınmaktaydı.
Mevcut düzenlemede ise bu sınırlamalar kaldırılmış ve yerine hesapların ayrı tutulması ve belirli bir fiyat tavanı konulmakla yetinilmiştir. Bu düzenleme, dağıtım şirketlerinin sınırsız bir şekilde üretim şirketi sahibi olmasına izin vermesi ve dağıttığı enerjinin tümünü kendi üretim şirketlerinden sağlama olanağı yaratarak dikey bütünleşme yoluyla tekelleşmeye yol açacaktır.
Diğer yandan, bir dağıtım bölgesine ait lisansı elinde bulunduran tüzel kişinin başka dağıtım bölgelerinin de lisansını almasının önünde engel bulunmamaktadır. İhaleler ya da daha sonra hisse devirleriyle, bütün dağıtım bölgelerinin aynı kişilerin elinde toplanması olanağı bulunmaktadır. Düzenleme bu yönüyle de, yatay bütünleşme yoluyla tekelleşmeye açık tutulmuştur.
Elektrik Piyasası Kanunu, bütün ülkedeki dağıtım şirketlerinin tek bir elde toplanması ve bu tüzel kişinin ülke düzeyinde satacağı elektriğin tümünü kendisinin üretmesini engelleyecek hiç bir kural öngörmemektedir.
Anayasa‘nın 167. maddesi ise, devlete, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirler alma; piyasalarda tekelleşme ve kartelleşmeyi önleme görevi vermiştir.
Özelleştirmelerini büyük oranda gerçekleştirmiş pek çok Avrupa ülkesinde tekelleşmelere karşı önlem arayışına girildiği gerçeği görülmek istenmemektedir. Diğer yandan bilinmektedir ki, tekelleşme etkisini yalnızca bir ülke içerisinde göstermemekte, büyük enerji şirketleri birden fazla ülkenin enerji üretim ve dağıtımı hizmetlerini bünyelerinde toplamaktadır. Bu şirketlerin, ülkemizin dağıtım özelleştirmelerine ilgi duyduğu ve sermaye çevrelerinin girift ilişki, yapı ve ortaklıklarla yabancı sermaye gruplarına açıldığı bilinen bir gerçektir.
Ayrıca, elektrik enerjisi alanındaki serbestleşme sonunda rekabet ortamının tesisi açısından sektör; üretim, iletim, toptan satış, dağıtım ve perakende satış olarak beş parçaya bölünmüştür. Bu parçalardan yalnız iletim alanı kamuda kalacak, diğer alanlarda özel şirketler faaliyet gösterecektir. Rekabetin tesisi açısından öngörülen bu parçalanmada yalnızca üretim ve dağıtım alanında yaşanacak entegrasyon nedeniyle değil, perakende satış şirketlerinin ayrı olmasına yönelik düzenlemeler nedeniyle de zafiyet söz konusudur. Perakende satış hizmetlerinin ayrı şirketler eliyle yürütülmesi öngörülmüşken, bu hizmetleri lisans almak koşuluyla dağıtım şirketlerinin de üstlenebileceğine yönelik düzenleme ile dikey entegrasyon bir diğer unsuru ile tamamlanmaktadır. Nitekim mevcut özelleştirme stratejisinde, perakende satış şirketlerinin ayrı özelleştirilmesinden vazgeçilmiş, dağıtım şirketlerine aynı zamanda bu perakende satış görevi de verilmiştir.
Özetle, tekelleşmeyi sınırlı da olsa önlemeye yönelik hükümlerin yürürlükten kaldırılarak, dağıtım şirketlerinin sınırsız şekilde üretim şirketi sahibi olacağına yönelik 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu‘nda yapılan düzenleme kanımızca Anayasa‘nın 167. maddesine açıkça aykırılık taşımaktadır. Aynı şekilde perakende satış hizmetlerinin dağıtım şirketleri tarafından yapılabileceğine dair Kanunda yapılan düzenleme ile yine Kanunda yatay bütünleşmeyi engelleyici hükümlerin bulunmamasının tekelleşme yaratacağı da açıktır. Böyle bir yapı, bir kamu hizmeti olan elektriğe tüketicinin, ucuz, kaliteli ve sürekli ulaşımının sağlanması önünde engel oluşturacağı için Anayasa‘nın 172. Maddesine de uygunluk taşımamaktadır.
Bugüne değin yapılan ihaleler sonucu Çoruh, Vangölü, Fırat, Trakya Dağıtım Bölgelerini aynı şirketin devralması söz konusudur. Devir işlemlerinin tamamlanması halinde, devralacak şirket, tüm abonelerin yüzde 9‘unu devralmış olacaktır. Bu şirketin büyük ortaklarından birinin, ana ortak olarak bünyesinde yer aldığı diğer bir grubun da Boğaziçi ve Gediz Dağıtım Bölgelerini de devralması gerçekleşirse, tüm abonelerin yüzde 29‘u yatay ortaklık ilişkileri içinde olan iki şirkete devredilmiş olacaktır. Bu grubun ihalesi henüz yapılmayan bölgelerde de faal olması halinde, bu oran daha da büyüyecektir. Böylece kamu tekeli altın tepsi içinde özel bir şirketler grubuna devredilmiş olacaktır.
Öte yanda Çoruh, Vangölü, Fırat, Trakya Dağıtım Bölgelerini devir alması söz konusu olan şirket Çoruh Dağıtım Bölgesinde Giresun, Gümüşhane, Trabzon, Rize kentlerinde; Vangölü Dağıtım Bölgesinde Van; Fırat Dağıtım Bölgesinde Malatya kentlerinde doğalgaz dağıtım lisansına sahiptir. Boğaziçi ve Gediz Elektrik Dağıtım bölgelerine en yüksek teklifi veren grup, Başkent Doğal Gaz Dağıtım AŞ için de en yüksek teklifi vermiştir. Bu durum, elektrik dağıtım alanında tekelleşmenin doğalgaz dağıtımıyla da tahkim edildiğini/edilebileceğini göstermektedir.
11. Şirketlerin Ortaklık Yapısı Tekelleşmeye Olanak Tanımaktadır
24.05.2006 tarih ve 26177 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan 5496 sayılı Kanunun 2. maddesiyle 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu‘nun 2. maddesinin 3. fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:
“Piyasada faaliyet gösterebilecek özel hukuk hükümlerine tabi tüzel kişilerin, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre anonim şirket veya limited şirket olarak kurulması ve anonim şirketlerin sermaye piyasası mevzuatına göre borsada işlem görenler dışındaki hisselerinin nama yazılı olması şarttır. Bu şirketlerin ana sözleşmelerinde bulunması gereken hususlar yönetmelikle düzenlenir.”
Maddenin eski hali ise şu şekildedir:
“Piyasada faaliyet gösterecek özel hukuk hükümlerine tabi tüzel kişilerin 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümleri doğrultusunda anonim şirket ya da limited şirket olarak kurulmaları ve anonim şirket olarak kurulmaları halinde, hisselerinin tamamının nama yazılı olması şarttır. Bu şirketlerin asgari sermayeleri ile ana sözleşmelerinde bulunması gereken sair hususlar yönetmelikle düzenlenir.”
4628 sayılı yasa hükmünün eski halinde, elektrik piyasasında faaliyet gösteren anonim şirketlerin hisselerinin tamamının nama yazılı olması koşulu bulunmaktadır. Bu kural şirket hisselerinin el değiştirmesine ve dolayısıyla borsada işlem görmesine olanak tanımamak suretiyle bazı kamusal önlemlerin alınmasını amaçlamaktadır. 4628 sayılı yasanın amaçlarından biri de, elektrik piyasasında tekelleşmenin önlenerek rekabetçi bir yapının kurulmasıdır.
Enerji alanında tekelleşmenin yaşanmaması için, faaliyet gösteren şirketlerin ve bu şirketlerin pay sahiplerinin izlenmesi gerekir. Enerji alanına girişlerde ve tüm el değiştirmelerde bildirim yapılmalı ve izin alınmalıdır. Ancak bu şekilde tekelleşmenin önüne geçecek önlemlerin alınması söz konusu olabilir. Dolayısıyla, Kanun‘un önceki halinde olduğu gibi, faaliyet gösterecek şirketlerin hisselerinin nama yazılı olması zorunluluğu doğmaktadır. Kanun‘un önceki şeklindeki kuralın, Anayasa‘nın 167. Maddesi‘nde yer alan, devletin ” piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi” önleme görevinin yerine getirilmesi amacı ile uygunluk taşımaktadır. Kanun‘da zaten belirsiz olan piyasa yapısında, aynı şirket ya da grupların, üretim ve dağıtım alanlarında faaliyet göstererek tekel oluşturmalarının ve dikey bütünleşmenin önüne geçilebilmesi için getirilecek kuralların dolaylı yollardan aşılmak isteneceği açıktır. Diğer yandan, doğal tekel oluşturan elektrik üretim ve dağıtım faaliyetlerinde yer alacak unsurların, piyasaya hakim olma yönünde eğilimlerinin daha baştan var olacağı da (Avrupa ülkeleri örneklerinde yaşandığı gibi) bilinen bir gerçektir.
Kısacası, 4628 sayılı yasanın 2. maddesinin eski halinde bulunan anonim şirketlerin hisselerinin nama yazılı olması kuralı, dolaylı yoldan piyasa üzerinde kontrol oluşturulmasına engel olma amacını taşımaktadır. Ancak değişiklik sonrasındaki düzenlemeyle, borsada işlem gören şirketlere ait hisselerin kimin elinde olduğu bilinemeyecek ve bu hisselerin piyasada faaliyet gösteren şirket ve gruplarca toplanarak bir tekelleşmenin ortaya çıkması olanağını doğuracaktır.
Diğer yandan, hisseleri satılan dağıtım şirketlerinin bir kısım hisselerinin, borsada işlem görmesi, halka arz gibi yöntemlerle küçük tasarruf sahipleri dahil olmak üzere başkaca ellere devredilmesi durumunda çeşitli ekonomik ve sosyal sorunların doğması ihtimali de bulunmaktadır. ÇEAŞ ve Kepez örneğinde yaşanan mağdurların durumuna hala bir çözüm bulunamamışken, ileride böylesi bir sonuç doğurabilecek şekilde dağıtım şirketlerinin hisselerinin devrinin önü açık tutulmaktadır. Dağıtım hizmetini yürüten bu şirketlerin olası herhangi bir nedenle lisanslarının iptal edilmesi ve işletme hakkı devir sözleşmelerinin geçersiz kılınmasıyla içi boş şirketler ve bu şirketlere yatırım yapmış mağdur yatırımcılar doğacaktır.
Konuyla ilgili diğer bir husus da yabancılaşma/yabancılaştırma ile ilgilidir. 4628 sayılı Kanun‘un 14. maddesinin 3. fıkrasında “Bu özelleştirme uygulamaları çerçevesinde, bu kanunda belirtilen piyasa faaliyetlerinde yer alan gerçek ve tüzel kişilerden, yabancı gerçek ve tüzel kişiler elektrik üretim, iletim ve dağıtım sektörlerinde sektörel bazda kontrol oluşturacak şekilde pay sahibi olamazlar” hükmü yer almaktadır. Bu kural da Anayasal ilkeler gereği, stratejik alanlarda yabancılara yönelik kısıtlamalar getirilmesi zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Anonim şirketlerin hisselerinin nama yazılı olması kuralı, bu sınırlamanın dolaylı yollardan aşılmasını engelleyici bir kuraldır. Fakat borsada işlem gören şirketlere ait hisselerin elektrik piyasasında faaliyet gösteren yabancı şirketlerce toplanması durumunda, yabancıların sektörel bazda kontrol oluşturabilmeleri olanağı doğabilecektir.
Nitekim bu düzenlemenin temel amacının yabancıların ihalelere katılabilmelerini sağlamak olduğu ifade edilmektedir. Kanun‘da tekelleşmeyi engelleyici hükümlerin kaldırılmış olması da düşünüldüğünde, ülkemiz elektrik piyasasının tamamıyla yabancı özel tekellerin eline geçmesi ihtimali bulunmaktadır. Bir yandan, hisseleri borsada işlem gören şirketlerin ihaleye katılmaları söz konusu olabilecek, diğer yandan, devir işlemlerinin tamamlanmasıyla dağıtım şirketlerinin hisseleri borsada halka arz edilebilecektir.
12. Elektrik Dağıtım Şirketlerinin Özelleştirilmesi İçin Müstakil ÖYK Kararı Yoktur
Özelleştirme işlemlerinin, Özelleştirme Yüksek Kurulu‘nun (ÖYK) 02.04.2004 tarih ve 2004/22 sayılı kararına dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Bu ÖYK kararı, Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ‘nin (TEDAŞ) özelleştirme kapsam ve programına alınmasını içermekte olup, elektrik dağıtım şirketlerinin her birinin özelleştirme kapsam ve programına alınmasına ilişkin herhangi bir ÖYK kararı bulunmamaktadır.
4046 sayılı Yasa‘nın 17. maddesinde belirtildiği şekliyle, TEDAŞ‘a bağlı kuruluşların da özelleştirme kapsamına alındığına dair herhangi bir karar bulunmamaktadır. 20 ayrı dağıtım bölgesinde 20 ayrı tüzel kişiliğe sahip dağıtım şirketi kurularak, TEDAŞ‘la imzalanan İHD Sözleşmelerine taraf olan şirketlerin özelleştirilmeleri için, bu şirketlerin özelleştirme kapsam ve programa alınmalarına yönelik ayrı ayrı ÖYK kararları olması gerekmektedir. Özelleştirilmesi hedeflenen dağıtım şirketleri için değil de, kamu adına dağıtım altyapısının mülkiyetini elinde tutmaya devam edecek, dolayısıyla varlığını kamu bünyesinde sürdürecek olan TEDAŞ hakkında verilmiş ÖYK kararına dayalı olarak yapılan bölgesel dağıtım şirketlerinin özelleştirme işlemi, 4046 sayılı Yasa‘ya açıkça aykırılık taşımaktadır.
13. İhalelerde Uygulanan Devir ve Teslim Düzenlemeleri Hukuka Aykırıdır
Dağıtım şirketlerinin ihale şartnamelerinin 20. Maddesinde devir ve teslimle ilgili, ihale kurallarına aykırı bir düzenleme getirilmiştir. “Devir ve Teslim” başlıklı 20. maddede;
“İhale sonucunda ÖYK tarafından tüzel kişiye satışın yapılmasına karar verilmesi halinde, Teklif Sahibi‘nin talebi durumunda, İdare‘ce belirlenecek süre içerisinde, sermayesinin en az % 51‘ini (ellibir) ihaleye teklif veren Teklif Sahibi‘nin oluşturacağı bir anonim şirket kurulacak ve Hisse Satış Sözleşmesi bu surette kurulacak anonim şirket ile yapılacaktır.
İhale sonucunda ÖYK tarafından Ortak Girişim Grubu‘na satışın yapılmasına karar verilmesi halinde, İdare‘ce belirlenecek süre içinde, Ortak Girişim Gurubu Beyannamesindeki pay oranları esas olmak üzere sermayesinin en az % 51‘ini (ellibir) ihaleye teklif veren Ortak Girişim Grubu şirketlerinin oluşturacağı bir ” anonim şirket” kurulacak ve Hisse Satış Sözleşmesi bu surette kurulacak anonim şirket ile yapılacaktır.
İhale sonucunda Teklif Sahibi‘nin kuracağı ve sermayesinin en az % 51‘ini (ellibir) Teklif Sahibi‘nin oluşturacağı anonim şirketteki diğer hissedar/hissedarların Rekabet Kurulundan ve EPDK nezdinde Kurul‘dan İdare‘ce belirlenecek süre içinde izin ve onay alması ve İdare‘ye başvurması gerekmektedir” denilmektedir.
İhalelerde ön yeterlilik koşullarını sağlayan istekliler arasında, kapalı zarfla teklif alınmasını müteakip görüşmeler yapılarak pazarlık usulüyle ihalenin gerçekleştirilmesi öngörülmüştür. Gerek 4046 sayılı Kanun‘un ihale usulüyle ilgili düzenlemelerinde, gerekse 29.11.2003 tarih ve 25301 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan “Özelleştirme Uygulamalarında Değer Tespiti ve İhale Yönetmeliği”nde, ihale komisyonunun ihale sonucuna ilişkin nihai kararından sonra, ihale üzerinde kalan teklif sahibinin hisse yapısında değişiklik yapılabileceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Aksine bu Yönetmeliğin 13. maddesinin son cümlesinde “Komisyon tarafından, ihalenin konusuna göre nihai karar verilmek suretiyle ihale işlemleri sonuçlandırılır” denilmiş; 17. maddesinde “Komisyonun ihale sonucuna ilişkin nihai kararı, İhale Hizmetleri Daire Başkanlığı tarafından gizlilik kaydıyla yazılı olarak ilgili proje grup başkanlığına intikal ettirilir. İlgili proje grup başkanlığının bağlı olduğu başkan yardımcılığı tarafından komisyon kararını havi Kurul karar taslağı ve gerekçesi hazırlanarak, Kurulun onayına sunulmak üzere Başkana arz edilir. Belirtilen şekilde hazırlanan ihale sonucunu gösteren Kurul karar taslağı ve gerekçesi bir sunuş yazısı ekinde Kurulun onayına sunulur. İhale Kurulun onayı ile (Kurul tarafından İdarenin yetkili kılındığı hallerde ise Başkan tarafından onaylanmak suretiyle) kesinleşir. Satış veya nihai devre ilişkin kararlar İdare tarafından kamuoyuna duyurulmak üzere Resmi Gazetede yayımlattırılır” şeklinde ayrıntılı bir düzenlemeye yer verilmiştir. Yönetmeliğin 19. maddesinde ise “İhale sonuçlarının onaylanmasından sonra İdare tarafından süre verilmek suretiyle sözleşme imzalanması hususunda ihale üzerinde kalan teklif sahibine yazılı bildirimde bulunulur” denilerek, ihale komisyonu eliyle yürütülen ihale işlemleri sonucunda belirlenen teklif sahibiyle sözleşme imzalanması açıkça kural altına alınmıştır.
Ancak Meram EDAŞ‘ın özelleştirilmesi ihalesinde birinci teklif sahibi ile üçüncü teklif sahibinin birleşmesi sonucu ihalenin hukuka aykırılığı durumu oluşmuştur. Bu örnek de göstermektedir ki, ihale sürecini hukuken sakatlayan bir uygulama söz konusudur.
Anılan mevzuat hükümleri karşısında, ihalelerde yer alan “devir ve teslim” koşulu açıkça hukuka aykırılık taşıdığı gibi, ihale sonuçlarıyla ilgili olarak çeşitli hukuksuz tasarruflara da neden olabileceğinden kamu yararına da aykırılık taşımaktadır.
14. İhalelerde Açıklık Yoktur
Temel bir kamu hizmetinin devir ihalelerine ait bilgiler, kamuoyundan özellikle saklanmakta, ihaleler kapalı kapılar ardında gerçekleştirilmektedir. İhale şartnameleri için yüksek bedeller tespit edilmekte ve teklif verecek şirketler dışında ilgili kurum ve kuruluşların erişiminden kaçırılmaktadır.
Oysa 4046 sayılı Kanun‘un “İlkeler” başlıklı 2. maddesinin (ı) bendinde “özelleştirme işlemlerinin değer saptaması da dahil aleniyet içinde yürütülmesi” ilkesi benimsenmiştir. Buna karşılık, elektrik dağıtım kuruluşlarının ihale süreçlerinde büyük bir titizlilikle gizlilik yoluna gidilmekte, ihale şartname edinme koşulları yüksek bedellere tabi kılınmakta, aleniyet (açıklık) ilkesi ihlal edilmektedir.
Son Söz Yerine
13.08.2010 tarihli TMMOB Basın Açıklamasında belirtildiği gibi: Anayasa‘nın 2. maddesi, Cumhuriyetin niteliklerini demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak belirlemiştir. Hukuk devleti ilkesi, yalnızca idare edilenlerin hukuka bağlılığını değil aynı zamanda idare edenlerin ve yasa koyucunun da hukuka bağlığını ifade eder.
Hukuk devletinin en önemli gereklerinden biri de yargı denetimidir. Birliğimize bağlı Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) tarafından Özelleştirme İdaresi‘nce yapılan işlemlere karşı açtığı/açılacağı duyurulan davaların iktidar ve yandaşı medya tarafından “Odadan Tehdit”, ” Elektrikte Oda Terörü” vb. yakışıksız değerlendirmelere tabi tutulması, hukuk devletinin erdemlerinden biri olan yargısal denetimin gerçekte benimsenmediğinin bir örneği olmuştur. Söz konusu açıklama ve haberlerle, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan yargı denetimine karşı çıkılarak, birilerinin çıkarları adına demokratik rejimin en önemli unsuruna meydan okunarak Birliğimize, bağlı Odalarımıza ve yüksek yargıya hakaret edilmektedir.
Öncelikle bilinmelidir:
İdarenin her türlü eylemine karşı hukuk yoluna başvurulmasının anayasal bir hak olduğu bilinmelidir. Özelleştirme kararlarına karşı dava açılması da anayasal bir hak ve bu hakkın kullanımıdır. Kamu ve toplum çıkarlarının karşısına rant çevrelerinin çıkarlarının çıkarılması ve bu uğurda “psikolojik savaş” yöntemlerinin kullanılmasının bizleri kamusal, toplumsal, mesleki sorumluluklarımızdan geri adım attıramayacağı bilinmelidir.
Yine öncelikle bilinmelidir:
Elektrik dağıtım şebekelerindeki kayıp ve kaçakları azaltacak yatırımları yapmayan, önlem ve uygulamaları yürürlüğe koymayan, enerji sektöründeki stratejik yanlış politika ve uygulamalardan, önceki siyasi iktidarlar ile sekiz yıldır işbaşında olan bugünkü iktidar ve onun Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı sorumludur.
Daha da ötesi bu sorumluluk, siyasilerin yanı sıra bürokrasi içerisinde, özellikle Özelleştirme Yüksek Kurulu, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve EPDK gibi Bağımsız İdari Otorite konumundaki, faaliyetleri uluslararası sermaye ve siyasal iktidara endeksli olan bazı kurumların içerisinde kümelenmiş, tüm çalışmaları yerli ve yabancı büyük sermaye grupları ile uyumlu izlenimi veren, yurttaşı oldukları ülkemizin çıkarlarını ne denli dikkate aldıkları sorgulanması gereken, neredeyse iktidara seçimle gelen siyasilerin veya atanan kurum üyelerinin üzerinde bile baskı oluşturarak, kamu aleyhine kararlar almaya yönlendiren ve siyasi açıdan ortada olmamalarına rağmen, ülkenin geleceğini karartan özelleştirme yanlısı bir grup bürokrata aittir.
Bu zihniyetin, her fırsatta, kamuoyunu yanıltmak amacıyla ileri sürmekte olduğu, özelleştirmeler sonucu ‘fiyatların düşeceği‘ yalandır; toplumda boş hayal yaratmaya yönelik bir demagojidir. Gerçek ise dağıtım şirketlerini satın alan grupların, satın alma bedellerini ödeyebilmek, yeni yatırım ve işletme giderlerini karşılayabilmek için tarifelerde değişiklik talebinde bulunacakları; elektrik kullanım fiyatlarının sürekli artacak olması, dağıtım bölgelerindeki kamu tekelinin özel tekele devredilmesi ve elektrik dağıtımında yabancı sermaye egemenliğine kapı aralanmasıdır.
Siyasal iktidar ve yandaş medyası bilmelidir ki:
TMMOB ve bağlı Odaları Anayasa‘da tanımlanan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıdır. Kuruluş yasası ve yönetmelikleri, TMMOB ve bağlı Odalara, kamu, ülke, halk ve üye çıkarları doğrultusunda çalışmalar yapma görevini vermektedir.
TMMOB ve bağlı Odaları, ülke ve halk çıkarlarını korumak için bilimin ve tekniğin ışığında mücadelesini yürütür.
Herkes duysun:
Ülkemizin tüm değerlerini özelleştirmeler yoluyla sermaye gruplarına açan bir siyasi iktidarın, önünde engel olarak gördüğü TMMOB ve bağlı Odalarını hedef alması şaşırtıcı değildir.
TMMOB ve bağlı Odalarımız bilimin ve tekniğin, ülke, kamu ve halk yararı ışığında doğruları söylemek ve savunmaktan, bu alanda hukuksal mücadele sürdürmekten ve ülkemizin geleceğine sahip çıkmaktan asla vazgeçmeyecektir.